(0216) 483 51 05
(0533) 527 77 76
tozyavuz@gmail.com
ANASAYFA
KURUMSAL
EKİBİMİZ
ÇALIŞMA ALANLARIMIZ
BLOG & MAKALELER
BİZDEN HABERLER
İLETİŞİM
Blog
Anasayfa
Blog
ANAYASA DEĞİŞİKLİK TEKLİFİ NELER GETİRİYOR?
Soru ve Cevaplarla Anayasa Değişikliği Teklifinin Değerlendirilmesi
Adalet ve Kalkınma Partisi mensubu 316 milletvekillerinin imzası ile “Dünya İnsan Hakları Günü” olan 10 Aralık 2016 tarihinde meclise sunulan 21 maddeden ibaret Anayasa Değişiklik Teklifi TBMM Anayasa Komisyonunda bazı küçük değişikliklerle kabul edildi ve 18 madde halinde Genel Kurul’a gönderildi. Teklif, Genel Kurul’da hararetli tartışmalar eşliğinde kabul edilerek, Cumhurbaşkanı’na sunuldu.
Ülke gündeminin Türkiye’nin de dahil olduğu Suriye’deki savaş, Rus Elçiye yapılan suikast, doların durdurulamayan yükselişi, terör saldırıları ve artık iyice su yüzüne çıkan ve toplumun her kesiminde hissedilen ekonomik sıkıntılar nedeniyle bu anayasa değişiklik teklifi maalesef kamuoyunda yeterince tartışılamıyor.
Son yıllarda yaşanan muhalefetin ve sivil toplumun baskı altına alınma, medyanın tek sesli hale getirilme gayretleri nedeniyle bu anayasa değişiklik teklifi de “orantısız bir iktidar propagandası” altında kamuoyuna sunuldu. Karşılaştırılmalı hukuk alanında verilen “eksik ve çarpıtılmış bilgiler”, başkanlık sistemine ilişkin “gerçek olmayan analizler”, yanlış bir şekilde bugün Türkiye’de yaşanan sorunların günah keçisi olarak parlamenter sistemin gösterilmesi geniş toplum kesimlerindeki bu anayasa değişikliği konusundaki kafa karışıklığını arttırıyor. Oysa, şimdiye kadar 18 kez değiştirilen 1982 Anayasası’nda bu kez yapılmak istenen değişiklikler, sistemin tamamen değiştiği, kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırıldığı, son yıllardaki hukuki ve siyasi nedenlerle tahribata uğrayan yargı bağımsızlığını tamamen zayıflatan hükümler içermesi nedeniyle Türkiye’yi önümüzdeki on yıllarda içinden çıkılmaz sıkıntılara sürükleyecek niteliktedir.
Gündemimizdeki bu anayasa değişikliği yöntemi, son yıllarda anayasa ve siyaset bilimi litaratürüne genç bir Anayasa Hukuku profesörü olan ve özellikle Latin Amarika Anayasaları üzerine çalışmalar yapan David E. Landau tarafından kazandırılan “istismarcı anayasacılık” anlayışına güzel bir örnek olmaktadır. Landau, son yıllarda Macaristan, Kolombiya, Venezuella gibi ülkelerde yapılan ve aslında demokratik ilkelere, yöntemlere uyularak yapıldığı izlenimi verilen, ama içerik olarak güçlü liderlerin iktidarını pekiştiren, denetim mekanizmalarını ortadan kaldıran anayasa değişikleri ile demokrasinin içinin boşaltıldığını belirtmektedir. Meclis’in gündemindeki anayasa değişikliklerini “istismarcı anayasa” değişikliklerine örnek göstermek haksızlık olarak değerlendirilip, değerlendirilemeyeceğini bu yazının sonuna bırakarak devam edelim.
Bu metinde, akademik bir dilden uzak durmaya çalışarak Anayasa değişiklik teklifinin neler getirdiğini soru ve cevaplarla açıklamaya çalışacağım. Umarım, bu bilgi kirliliği ve yoğun gündem içinde okurlara faydalı bir çalışma olur.
Anayasa değişiklik teklifi somut olarak neler getiriyor?
Başbakanlık ve bakanlar kurulu kaldırılıyor, yürütme sadece Cumhurbaşkanı tarafından yapılacak. Şimdi başbakanın ve bakanların yaptığı görevler, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve Cumhurbaşkanı tarafından atanan bakanlar tarafından yerine getirilecek.
Mevcut sistemde herhangi bir partiye üye olamayan Cumhurbaşkanı’nın yeni sistemle parti üyesi olmasının önü açılıyor.
Bakanlar kurulu kalktığı ve yeni bir sistem geldiği için artık Meclis’in yürütmeyi denetleme yolları olan güvenoyu, güvensizlik oyu, gensoru gibi parlamenter sistemin araçları da kaldırılıyor.
550 olan milletvekili sayısı 600’e çıkarılıyor
25 olan milletvekili seçilebilme yaşı 18’e düşürülüyor
En az 400 milletvekilinin oyu ile Cumhurbaşkanı’nın, Cumhurbaşkanı Yardımcılarının ve Bakanların Yüce Divan’da yargılanması mümkün hale getiriliyor
Dört yılda bir yapılan TBMM seçimleri artık beş yılda bir yapılacak
Şimdiki sistemde, Cumhurbaşkanı ancak Meclis’ten güvenoyu alacak bir hükümet çıkmadığı zaman Meclis’i feshedebiliyorken, yeni sistem de dilediği zaman herhangi bir şarta bağlı olmaksızın Meclis’i feshedebilecek
Cumhurbaşkanlığı seçimi ile meclis seçimlerinin her halükarda birlikte yapılması düzenleniyor
Cumhurbaşkanın yasaları veto hakkı getiriliyor
Mevcut anayasada olan Kanun Hükmünde Kararnameler kalkıyor, yerine Cumhurbaşkanlığı kararnameleri geliyor.
Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK)’nun adı Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) olarak değiştiriliyor. Aynı zamanda Kurul’un üyelerinin seçim yönteminde de değişikliğe gidiliyor.
Bütçe yapılması ve onaylanması sürecindeki Meclis’in yetkileri azaltılarak, Cumhurbaşkanı lehine düzenlemeler yapılıyor
Milli Güvenlik Kurulu’nun yapısı değiştirilerek, Jandarma Genel Komutanı Kurul üyeliğinden çıkarılıyor
Askeri yargıda büyük değişiklikler yapılarak Disiplin Mahkemeleri dışındaki mahkemeler (Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, Askeri Yargıtay, askeri mahkemeler) kaldırılıyor.
Anayasa Mahkemesi üye sayısı 17’den 15’e düşürülmektedir
Teklif ile Başkanlık sistemi mi getiriliyor?
Teklif sahipleri, ”Türk tipi başkanlık sistemini” getirmek istediklerini teklif gerekçelerinde beyan etmektedirler. Teklifin hükümleri incelendiğinde parlamenter sistemin terk edildiği doğru olsa da yerine gelen sistemin başkanlık sistemi olduğunu söylemek imkanı yoktur.
Başkanlık sistemi dendiğinde tüm dünya anayasacılığında ABD modeli örnek alınır ve karşılaştırmalar bu modele göre yapılırken, başkanlık sisteminin kriterleri de bu modele göre belirlenir.
ABD başkanlık sistemi, yürütme ve yasamanın kesin ayrılığına dayanan bir sistemdir. ABD’de meclisler ve başkan ayrı seçimlerle seçilirler ve birbirlerini feshetme, görevden alma yetkileri yoktur. Meclis’in ve başkanın görev alanları da birbirinden farklı olup, meclis yasama görevini yerine getirirken, başkan yürütme görevini yerine getirir. Başkanın yasama niteliğinde işlem yapma yetkisi bulunmamaktadır.
Başkanlık sistemi demokratik bir hükümet sistemi midir?
Hükümet sisteminin adının parlamenter, başkanlık veya yarı başkanlık olmasının özünde çok bir önemi yoktur. Aynı şekilde bir ülkenin hükümet sistemi, tek başına ülkenin demokratik bir ülke olmasını sağlamaz. Bir ülkede demokrasiden bahsedebilmek için “serbest seçimlerin yapılması”, “yasama yürütme erkinin birbirinden ayrılmış olması”, “yargının bağımsız ve tarafsız olması”, yasamanın yürütmeyi denetleyebiliyor olması”, “yürütmenin tüm işlemlerinin yargı denetimine tabi olması”, “temel hak ve özgürlüklerin tanınması ve güvence altına alınması” gibi başkaca kriterlere ihtiyaç vardır.
Bu kriterler sağlandıktan sonra, ülkenin hükümet sisteminin isminin ne olduğunun çok bir önemi yoktur. Bu sistem başkanlık sistemi de olsa parlamenter sistem de olsa “demokratik” bir hükümet sisteminden ve demokrasi ile yönetilen bir ülkeden bahsedebiliriz.
Bu nedenle ülkeler, bir hükümet sistemini tercih ederken yukarıda belirttiğimiz kriterleri gerçekleştirecek “yönetim kolaylığı”, “kriz çıkarma ihtimalinin azlığı”, “kendi demokratik gelenekleri”, “toplumun siyasi ve sosyolojik yapısı” gibi bazı unsurları gözönüne almalıdırlar.
Bu kriterleri benimseyen başkanlık sistemi modelleri, hiç kuşkusuz aynı kriterleri benimseyen parlamenter sistem ülkeleri kadar demokratiktir.
ABD’de uygulanan “başkanlık sistemi” başkanlık sistemleri arasındaki en ideal sistem midir?
Gerek anayasa hukuku kitaplarında, gerekse başkanlık sistemini savunan siyaset bilimciler ABD’de uygulanan başkanlık sistemini, sorun çözmede, yönetimde istikrarda, yasama yürütme arasındaki dengenin sağlanmasında örnek göstermektedirler. Gerçekten de ABD’deki başkanlık sistemi sorunsuz mu yürümektedir? Bu soruya ihtiyatlı cevap vermek gerekmektedir. Evet, ABD’deki başkanlık sistemi, başkanlık sisteminin en iyi uygulama örneğidir. Hayır, ABD’deki başkanlık sistemi de çok ciddi yönetim krizleri, yasama yürütme arasındaki yetki krizleri ve yürütmenin yasamayı baskı altına alması gibi istenmeyen sonuçlara yol açmaktadır. Gerçekten de ABD başkanları, yasama organı üyelerini değişik yöntemlerle etki ve baskı altına alarak, istedikleri kanunların çıkmasını sağlayabilmekte, yasama organının yürütmeden bağımsızlığı ve ayrılığı sözde kalabilmektedir.
Buna rağmen, gerek ABD’deki siyasi parti yapılarının çok disiplinli olmaması, gerek ABD seçmeninin sosyolojik yapısı, gerekse ABD’nin federal yapısı nedeniyle birçok yetkinin federe devletlerin içinde çözülmesi nedeniyle başkanlık sistemi ABD’de yürütülmektedir.
Gerçi bu soruyu yeni başkan seçilen ve önceki başkanlardan birçok yönden ayrılan Trump’ın göreve başlamasından bir süre sonra tekrar cevaplamak gerekebilir.
Başkanlık sistemi ABD dışındaki ülkelerde ki uygulamalarında “diktatörlüğe” mi yol açıyor?
Başkanlık sistemi, yasama yürütme ilişkileri bakımından teoride parlamenter sistem kadar karışık görünmese de uygulamada işler değişmektedir. Özellikle de güçlü devlet başkanlarının iktidarlarını paylaşmak istememeleri veya iktidarı bırakmak istememeleri nedeniyle çok sık “raydan çıkan” sistem ya askeri darbelerle sonuçlanmakta ya da “istismarcı anayasacılık” örneği, bu liderlerin lehine sistemin dengelerini bozan yürütme lehine orantısız anayasa değişiklikleri ile sonuçlanmaktadır.
Gerçekten de, özellikle Latin Amerika ülkeleri olan Arjantin, Bolivya, Brezilya, Şili, Peru, Paraguay 1930’lu yıllardan beri başkanlık sisteminin kötü örnekleri olarak anılmakta, çok sık askeri darbeler ve/veya otokratik yöneticiler “demokratik işleyişin” önünde engel olarak çıkmışlardır. Bu ülkelerde ancak son on yıllarda demokratik, yarışmacı yönetimlere geçiş gözlemlenmektedir. Latin Amerika’daki başkanlık sistemlerini değerlendirirken, haksızlık yapmamak ve çok uzun süredir kesintisiz demokratik yönetimi uygulayan Kosta Rika’yı ve Venezuela’yı da anmak gerekir.
Peki neden, ABD dışındaki ülkelerde başkanlık sistemi doğru düzgün uygulanamamakta ve diktatöryel yönetimlere neden olmaktadır? Bu sorunun cevabı yukarıdaki açıklamalarımızın satır aralarında gizlidir. Öncelikle, başkanlık sistemi erkler arası gerilimlere daha açık, krizlerin zor çözüldüğü, uzlaşma kanallarının açık olmadığı hükümet sistemleridir. ABD toplumunun kendi tarihsel, sosyolojik ve siyasi birikimlerinin ürünü olan başkanlık sistemini, uzlaşma kültürünün eksik, buna karşılık kutuplaşmanın yoğun olduğu, vatandaşlık bilincinin yetersiz olduğu, yaygın yoksulluğun olduğu Latin Amerika ülkelerinde uyguladığınızda aynı olumlu sonuçları almak pek mümkün olmamaktadır.
Başkanlık sistemi iddia edildiği gibi, Türk tarihinde de uygulanmış geleneksel bir model midir?
Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılına kadar, ondan önceki tüm Türk devletlerinde devlet başkanının yürütmeyi tek başına yapmasından esinlenen bazı siyasilerin başkanlık sistemini savunmak için “başkanlık sisteminin Türk devlet geleneğinde yüzyıllarca uygulandığını” ileri sürmelerinin anayasa hukuku ve siyaset bilimi açısından bir değeri bulunmamaktadır.
Erkler ayrılığına dayalı, yargı bağımsızlığını savunan, yürütmenin yasama ile sınırlandığı, hükümet sistemleri son iki yüz yılın kazanımlarıdır. Gerçekten de 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi’nin meşhur 16. Maddesinde “hakların güvence altına alınmadığı ve erkler ayrılığının olmadığı ülkelerde anayasa yoktur” denilerek ifade edilen anlayış, sonraki dönemlerde “demokratik” anayasacılığı şekillendirmiştir.
Kuvvetler ayrılığının olmadığı, yasamanın, yürütmenin ve çoğu zaman yargının kendisinde birleştiği bir devlet başkanının (padişah, kral, sultan) yönetimini başkanlık sistemi ile karşılaştırmak, daha doğrusu karıştırmak bilerek yapılan bir çarpıtma değilse, cehalettendir.
Türk parlamentoculuk ve anayasacılık tarihi Osmanlı’dan (1876), Türkiye Cumhuriyeti’ne miras kalan bir parlamenter sistem uygulamasıdır. Kısa süre, kurtuluş savaşı döneminde uygulanan Meclis Hükümeti Sistemi modeli olan 1921 Anayasası’nı saymazsak çok büyük bir tarih diliminde parlamenter sistem, çift başlı yürütme (cumhurbaşkanının devleti temsil eden sorumsuz ve yetkisiz sembolik konumu, meclise karşı sorumlu ve yetkili bakanlar kurulunun bulunması), yasamanın meclisi denetlemesi, yürütmenin meclisten çıkması gibi klasik kural ve kurumları ile uygulanmıştır. Kısa süren askeri darbeler sonrası, olağan anayasal dönemlere kadar geçen sürelerde uygulanan otokratik yönetimler dahi başkanlık sistemi modeli olarak kabul edilemez.
Başkanlık sisteminin uygulanması ülkenin bölünmesine yol açar mı? Başkanlık sistemi ile devletin federal yapılı olması arasında bir bağlantı var mıdır?
Başkanlık sistemi ile ülkenin siyasi yapısının, yani üniter veya federal olmasının doğrudan bir ilişkisi yoktur. Başkanlık sistemini kabul etmiş ülkelerin çok büyük kısmının federal sisteme dahil olması bir tesadüf olsa da, federal sistemin başkanlık sisteminin uygulanmasını kolaylaştırdığı da inkar edilemez siyasi bir veridir.
Gerçekten de federal devleti oluşturan federe devletlerin birçok konuda kendi iç işlerinde kendi düzenlemelerini yapmaları, bazı konuları federal devlet yönetimine bırakmaları, herkesin yetki sınırının anayasa ve yasalarla çizilmiş olması, yetki yoğunlaşmasını önlediği için başkanlık sisteminin uygulamasında kolaylıklar sağlamaktadır.
Fakat bir ülkenin başkanlık sistemi ile yönetilip, üniter yönetim biçimini benimsemesi mümkündür. Bu hususun yönetim biçimimin demokratik olup olmaması ile bir ilişkisinden söz edilemez. Tekrar olacak ama, demokrasi için “bağımsız yargı” ve “etkin erkler ayrılığı” öncelikli ve olmazsa olmaz şartlardır.
2007 yılında yapılan ve “cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi”ni öngören anayasa değişikliği ile parlamenter sistem fiilen sona erdi mi?
Başkanlık sistemini hararetle savunanlar, 2007 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanının TBMM yerine doğrudan halk oyu ile seçilmesi yönündeki değişiklikten -ve ardından 2014 yılında yapılan cumhurbaşkanının halk tarafından seçildiği ilk seçimden- sonra parlamenter sistemin fiilen sona erdiğini ileri sürmektedirler.
Parlamenter sistem geleneğinde, “devlet başkanının yasama meclisleri tarafından seçilmesi” bulunsa da son on yıllarda aksi yönde, yani devlet başkanının halk tarafından seçildiği ama diğer kurum ve işleyişi ile parlamenter sistem anlayışını benimsemiş Avusturya, Polonya, İrlanda gibi ülkeler bulunmaktadır.
Yine de, Türk siyasi geleneğini ve toplum yapısını doğru analiz eden birçok anayasa hukukçusu ve siyaset bilimci 2007 Anayasa değişikliğinden önce “bunun yanlış olacağını, klasik parlamenter sisteminin yapısını bozacağını, ileride siyasi krizler yaratacağı” uyarısında bulunduğu halde, anayasa değişikliği taraftarları az önce saydığımız “Avusturya, Polonya, İrlanda” örneklerini göstererek aksini iddia etmekteydiler.
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi yöntemini getiren 2007 “Anayasa değişikliği”, sistemin taşlarını yerinden oynatması nedeniyle bir hataydı. Yapılması gereken bu hatadan dönülerek, cumhurbaşkanının tekrar meclis tarafından seçilmesini öngören bir anayasa değişikliği yapmaktı. Ama bunu yapmak yerine, sistemi “çarpık bir başkanlık sistemine” dönüştürmek, ileride çok büyük siyasi ve anayasal krizler yaratacaktır.
Maalesef yakın dönem Türk siyasi hayatı, güçlü liderlerin son iktidar dönemlerinde başkanlık sistemini hep gündeme taşımaları nedeniyle, “bir sistem değişikliği ihtiyacı olduğu” yönündeki yanlış algıyı toplumun önemli bir kesiminde kabul ettirmişlerdir. Gerçekten de Özal ve Demirel Cumhurbaşkanlığı’nın son dönemlerinde, daha önce hiç gündeme getirmedikleri başkanlık sistemini gündeme getirmiş; son olarak Erdoğan, Gül’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde hiç gündeme getirmediği başkanlık sistemini, son iki yıldır en önemli gündem olarak ortaya koymuştur. Ne 2007 anayasa değişikliği sırasında ne 2011 Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmaları sırasında gündeme getirilmeyen başkanlık sisteminin birden “en acil sorun” olarak görünmesi manidardır.
Türkiye’de yaşanan sorunların kaynağı parlamenter sistem midir?
Bugün Türkiye’de parlamenter sistemin bir krizde olduğu, meclisin yasama ve denetleme fonksiyonlarını yerine getiremediği, muhalefetin yasama faaliyetlerine etkin katılamadığı, yasama yürütme dengesinde yürütme lehine büyük bir bozulma olduğu gerçektir.
Başkanlık sisteminin gerekliliğini savunanlar, bu krizin parlamenter sistemin kendisinden kaynaklandığını, başkanlık sistemine geçilirse bu sorunların kendiliğinden çözüleceğini iddia etmektedirler.
Fakat bu tahlilin doğru ve siyaset bilimi gerçeklerine uygun olmadığı açıktır. Bugün parlamenter sistemin içinde bulunduğu krizin sebebi, siyasi partiler sistemi ve seçim sistemindeki eksiklik ve uygulamalardan kaynaklanmaktadır. Türkiye’ye özgü %10 barajı, parti içi demokrasinin uygulanamaması, lider sultası gibi parlamenter sistemin kurum ve kurumlarından kaynaklanmayan nedenler sistemin sağlıklı işlemesine engel olmaktadır. Bu sorunların bir kısmı sadece bize özgü olmayıp, güçlü liderler dönemlerinde diğer parlamenter sistemi benimsemiş ülkelerde de yaşanmaktadır.
Bu sorunlar aşmak için, hükümet sistemini değiştirmek değil, siyasi partiler ve seçim yasalarını daha demokratik hale getirmek, yasama organının yürütmeyi daha etkin denetleyeceği mekanizmaları harekete geçirmek, lider sultasının etkisizleştirilmesi için düzenlemeler yapmak yeterli olacaktır.
Başkanlık sisteminde “koalisyonlar” olmadığı için daha istikrarlı yönetimler mi oluşur?
Başkanlık sistemini savunanların en yüksek sesle dile getirdikleri söylem; Koalisyon yönetimleri istikrarsızlık getirir; başkanlık sisteminde hükümet olmadığı için koalisyon yönetimleri de olmaz, koalisyonlara yer vermeyen başkanlık sistemleri istikrarı sağlar.
Bu iddianın birinci kısmı, yani “koalisyon yönetimleri istikrarsızlık getirir” önermesi kendi içinde sorunlu bir önermedir. Koalisyon yönetimlerinin istikrarsızlık getirdiğini söylemek, demokrasiye olan inancı zayıflatır. Demokrasi bir uzlaşma kültürü istiyorsa, mecliste bir partinin hükümeti kuracak çoğunluğu tek başına sağlayamaması halinde başka partilerle uzlaşarak bir yönetim kurması, yani bir koalisyona gitmesi normaldir. Belki de ülkedeki siyasi gerginlikleri yumuşatmak, uzlaşma kültürünü yerleştirmek için olması gerekendir.
Ama burada durmamız gereken ikinci önerme olan “başkanlık sisteminde koalisyon yoktur” iddiasıdır. Bu iddianın siyaset bilimi açısından hiçbir doğruluğu ve geçerliliği yoktur.
Başkanlık sistemleri hem yasama organında hem de başkanlık makamı nezdinde koalisyonlara açık bir sistemdir. Gerçekten de Güney Amerika’da birçok ülkede tek başına başkan seçtirme imkanı olmayan partiler, siyasi hareketler biraraya gelerek ortak başkan adayı göstermekte, hatta bakanlıkları bile önceden paylaşabilmektedir. Ya da, yasama organına girerken, genel seçimler öncesi partilerin ortak listelerle, koalisyon yaparak girdikleri görülmektedir. Bu nedenle, parçalı siyasi yapıların olduğu ülkelerde sistemin başkanlık sistemi veya parlamenter sistem olmasının bir önemi yoktur; koalisyon siyasi hayatın bir gerçeği olarak uygulanır.
Anayasa değişiklik teklifinde “erkler ayrılığı” öngörülmüş müdür?
Bir ülkede erkler ayrılığı olup olmadığını görmek için sadece, yasama ve yürütmenin göreve geldiği kaynaklara bakmak yeterli değildir. Anayasa değişiklik teklifi ile Meclis de, Cumhurbaşkanı da halk tarafından seçilecektir.Bu açıdan erklerin ayrıldığı açıktır.
Ama başkanlık sistemi kapsamında bir erkler ayrılığından bahsedebilmek için, erklerin birbirlerinin çalışmalarına müdahale edememeleri, erklerin birbirlerinin görevlerine son verememeleri gibi iki temel kritere de ihtiyaç vardır.
Söz konusu Anayasa değişiklik teklifinde bu hususların düzenleniş şekline baktığımızda ortaya bir başkanlık sistemi değil, artık hiçbir demokratik ülkede uygulanmayan ve demokrasi ile bağdaştırılması mümkün olmayan “kuvvetler birliği” sistemi çıkmaktadır.
Gerçekten de, cumhurbaşkanının siyasi parti üyesi olma olanağının tanınması, cumhurbaşkanı ile meclis seçimlerinin aynı gün yapılması, cumhurbaşkanına neredeyse yasama organının yasa yapma yetkisi ile yarışır bir kararname çıkarma yetkisi tanınması, cumhurbaşkanının meclisi fesh etme yetkisi verilmesi gibi düzenlemelerin ne bir hükümet sistemi ile ne de demokrasi ile bağdaşır yanı yoktur.
Bu değişiklik hayata geçirilirse görülecektir ki, yasama organı tamamen pasifleşecek, halkın sorunlarına çözüm aradığı bir kurum olmaktan çıkacak, tüm hukuki düzenlemeler ya Cumhurbaşkanı tarafından yapılacak ya da Cumhurbaşkanlığı tarafından hazırlanan taslaklar mecliste oylanarak yasalaşacaktır.
Cumhurbaşkanının meclisi feshetme yetkisinin anlamı nedir? Cumhurbaşkanı meclisi hangi şartlar altında feshedebilecektir?
Teklifin 12. Maddesi ile Anayasa’nın 116. Maddesi değiştirilmekte ve cumhurbaşkanına meclisi feshetme yetkisi verilmektedir. Bu yetki, şarta bağlı bir yetki olmayıp, cumhurbaşkanının istediği zaman kullanabileceği bir yetkidir.
Böyle bir yetkinin başkanlık sistemi ile hiçbir şekilde bağdaşmayacağı ve tek başına sistemi başkanlık sisteminden çıkaracak bir yetki olduğu açıktır. Başkanlık sisteminin en temel ilkesi, yasamanın ve yürütmenin birbirine karşı bağımsızlığı ve birbirlerinin görevlerine son verememeleridir.
Eğer taraflardan birisine, diğerini görevden alma yetkisi veriyorsanız, bu sistemin adı hiçbir şekilde başkanlık sistemi olmaz.
Cumhurbaşkanının meclisi feshetme yetkisi mevcut anayasada da var mı?
Meclisin feshedilmesi, ya da milletvekilliği seçimlerinin yenilenmesi 1982 Anayasası’nda iki halde cumhurbaşkanına verilmiş bir yetki olarak düzenlenmişti. Bunlardan birincisi, 2007 değişikliğinden önce, yani cumhurbaşkanını meclisin seçtiği dönemde, meclis 4. tur oylamada da salt çoğunlukla bir cumhurbaşkanı seçemediği durumda, cumhurbaşkanı seçimlerin yenilenmesine karar verebiliyordu. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi sistemine geçildiğinde bu hüküm de doğal olarak değiştirildi.
İkinci düzenleme, Anayasa’nın 116. Maddesinde “TBMM seçimlerinin Cumhurbaşkanınca yenilenmesi” başlığı ile düzenlenmiş. Bu maddeye göre, eğer meclis Anayasada belirlenen sürelerde güvenoyu vererek yeni bir hükümet kurulmasını sağlayamaması halinde, Cumhurbaşkanınca seçimlerin yenilenmesine karar verilebiliyor.
Görüldüğü gibi, her iki madde de cumhurbaşkanına “istediği zaman” meclisi feshetme yetkisi verilmemiş. Tam tersine, parlamenter sistemin tıkandığı noktalarda, yeni bir hükümet kurulamaması veya cumhurbaşkanı seçilememesi durumunda bu tıkanıklığı aşmak için tanınmış bağlı bir yetkiden söz ediyoruz. Bu yetkinin, getirilmek istenen “cumhurbaşkanının dilediği zaman meclisi feshedebileceği” yetki ile hiç bir benzerliği yoktur.
Teklifte “cumhurbaşkanı meclisi feshedebiliyor, ama meclis de cumhurbaşkanını görevden alabiliyor”. Bu “karşılıklı” yetki bir denge sağlamıyor mu?
Anayasa değişiklik teklifine göre, Meclis’e de cumhurbaşkanını görevden alma yetkisi tanınmıştır. Buna göre, Meclis “cumhurbaşkanının bir suç işlediği” iddiası ile soruşturma açılmasına karar verebileceği gibi, 2/3 oy oranı ile yani 400 milletvekilinin oyu ile Yüce Divan’a da gönderebilir. Eğer Yüce Divan ile cumhurbaşkanının suç işlediği yönünde karar verirse Cumhurbaşkanının görevi sona erer.
Bu maddede Meclis’e tanınan yetki bağlı bir yetki olup, cumhurbaşkanının görevinin sona ermesi için “bir suç isnadı olması”, “400 milletvekilinin cumhurbaşkanının aleyhine oy kullanması” “Yüce Divan yargılamasından sonra cumhurbaşkanının suçlu olduğunun tespit edilmesi” gibi şartlar aranmaktadır.
Bu nedenle, cumhurbaşkanına tanınan meclisi fesih yetkisi ile meclise tanınan cumhurbaşkanının görevine son verme yetkisini birbirine denk tutmak, hatta karşılaştırmak doğru değildir.
Meclis’e tanınan yetki, gerek taşıdığı zorlaştırıcı şartlar gerekse suç işlediği iddia edilen bir kişinin cumhurbaşkanlığı makamında oturmasının sakıncaları nedeniyle, hemen hemen her başkanlık sistemi veya parlamenter sistemde düzenlenmiş bir yetkidir.
Cumhurbaşkanlığı seçimi ile meclis seçimlerinin aynı tarihte yapılmasının sonuçları nelerdir?
Meclise sunulan anayasa değişiklik teklifi, cumhurbaşkanlığı seçimi ile meclis seçiminin her halükarda aynı tarihte yapılmasını öngörmüştür. Cumhurbaşkanı meclis feshetse de, cumhurbaşkanlığı makamı herhangi bir sebeple boşalsa da, meclis erken seçim kararı da alsa cumhurbaşkanlığı ve meclis seçimleri bir arada yapılacaktır.
Değişiklik teklifini savunanlar, bu maddenin “istikrar” açısından yerinde olduğunu, meclisi feshetmek isteyen cumhurbaşkanının da seçime girecek olması nedeniyle de “dengeleyici” bir hüküm olarak görüyorlar.
Başkanlık sisteminin “yasama ile yürütmenin birbirinden ayrı olması”, “birbirinin çalışmalarına çok fazla müdahale edemeyecek olmaları” temel ilkeleri, bu hüküm ile bir kez daha etkisiz hale getirilmiş oluyor.
Özelikle de cumhurbaşkanın parti üyesi olma imkanı tanıyan değişiklikle bu hüküm birlikte değerlendirilmelidir.
Parti üyesi olan, hatta çoğunlukla olacağı gibi parti lideri olan bir cumhurbaşkanının, bugün olduğu gibi tek başına belirlediği milletvekili listeleri ile girilecek bir seçim sonucu oluşacak meclisin yürütmeye, yani cumhurbaşkanına karşı bağımsız olması mümkün olabilir mi? Kesinlikle olamaz. Zaten bu hükmün getirilme amacı da siyasi liderlerin cumhurbaşkanı olduğunda dahi partinin kontrolünü kaybetmek istememesinden, milletvekillerini amiyane tabiri ile “hizada tutmak” için getirilmiş bir düzenlemedir. Bu düzenlemenin Anayasa Komisyonu’ndan geçmiş olması dahi, Meclis’in kendi varlığını inkar etmesi anlamına gelmektedir.
Teklifi savunanların “istikrar” vurgusu haklı bir vurgudur. Cumhurbaşkanı ile cumhurbaşkanının belirlediği meclisin birlikte çalışması muhtemelen “istikrar” sağlayacaktır. Ama burada vurgu yapılan “istikrar “kelimesinin ne anlama geldiği çok önemlidir. İstikrar, -bu teklifin kabul edilmesi halinde olacağı gibi- meclisin yasama faaliyetlerindeki tüm yetkilerini cumhurbaşkanına devrettiği, yürütmeyi hiçbir şekilde denetlemediği bir sistem istikrar değildir. Böyle bir durum kaçınılmaz olarak, hak ve özgürlüklerde geriye gidilmesine, iktidarın kontrolsüz olmasına, demokrasinin zayıflamasına neden olacağı için istikrarsızlık getirir.
Yasama ve yürütme arasındaki uyum ya da bağımlılık istikrar demek değildir. Gerçekten de uzun yıllardır, meclis çoğunluğu ile yürütme aynı partide olmasına rağmen, bugün Türkiye’nin gerek ekonomik açıdan gerekse demokrasi açısından istikrarlı bir ülke olduğunu söylemek mümkün mü?
Cumhurbaşkanının parti üyesi olması, tarafsızlığı ile çelişmiyor mu?
Değişiklik teklifi Cumhurbaşkanını parti üyesi olmasının önünü açmaktadır. Mevcut Anayasaya göre, cumhurbaşkanı bir parti üyesi dahi olsa, cumhurbaşkanı seçildiğinde partisi ile ilişiği kesiliyor.
Anayasa’nın 103. Maddesinde göreve başlayacak cumhurbaşkanın bir yemin etmesini öngörmüştür. Bu yemin metninde cumhurbaşkanının “tarafsız” olduğu da belirtilmiştir. Anayasa değişiklik teklifinde bu yemin metnine ilişkin bir değişiklik öngörülmemektedir. Bu durumda anayasa değişiklik teklifi ile cumhurbaşkanının parti üyesi olması ile bu yemin metni arasında bir tutarsızlık olacaktır.
Cumhurbaşkanlarının ülkenin birliğini temsil etmesi, kurumların işleyişi üzerinde bir dengeleyici, sorun çözücü işlevi nedeniyle tarafsız olması öngörülmüştür. Bugün demokratik ülkelerin hepsinde cumhurbaşkanının aynı zamanda partili olması düzenlenmemiş, bu yönde bir tartışma dahi yapılmamıştır.
Cumhurbaşkanı, seçilmeden önce bir partinin üyesi olabilir, hatta bir partinin genel başkanı da olabilir. Ama seçildikten sonra, o siyasi parti ile ilişiğinin kesilmesi gibi, davranış ve tutumlarında da tarafsız olması beklenir.
Maalesef bugün Türkiye’de yaşanan fiili durum, cumhurbaşkanının açık siyasi tarafını devam ettirmesi, bundan da vazgeçmek istememesi nedeniyle Türkiye’ye özgü, demokrasi ile bağdaşmayan, demokratik hiçbir ülkede örneği olmayan uygulama Türkiye’de hayata geçirilmeye çalışılmaktadır.
Tek parti dönemlerinde veya otokratik yönetimlerde örneğini gördüğümüz bu değişiklik teklifinin Anayasa’nın değişmez maddeleri arasında sayılan “hukuk devleti” ilkesi ile de bağdaşmayacağı açıktır.
Meclis’in yasa yapma yetkisi devam ettiği halde “neden Meclis’in etkisizleştirildiği” iddia edilmektedir?
Başkanlık sisteminde yasama yetkisi sahibi olan Meclis, yasa yapar, bu yasa yürütme tarafından yani, başkan tarafından uygulanır. Erkler ayrılığı gereği, yasamanın yürütmeye karışmayacağı gibi, yasama da yasa gücünde kararname çıkararak yasama yetkisine müdahale edemez.
Bugün çarpıtılarak sunulan ABD’de başkanın kararname çıkarma yetkisi ile getirilmek istenen cumhurbaşkanı kararnameleri arasında bir ilişki kurmak mümkün değildir. Gerçekten de Anayasa’da açıkça olmamasına rağmen, ABD’de başkanlar kararname çıkarmak yetkisine uygulamadan gelen bir gelenekle sahiptirler.
Fakat ABD’de başkanların çıkaracağı kararname, değişik yargı kararları ile sınırları belirlenmiş olup, bu yetkinin hukuka uygun olması için ya “anayasada açıkça belirtilmiş olması”, ya “yasalarda açıkça tanınması” ya da “Meclis tarafından açıkça verilmiş olması” aranmaktadır.
Bugün ABD başkanların çıkardıkları kararnamelerin çok büyük bir kısmı, yasaların uygulanmasını göstermek “yönetmelik” niteliğinde kararnamelerdir. Bu yetkinin yürütmede olması da yürütmenin yasama yetkisi kullanması anlamına gelmez.
Oysa, anayasa değişiklik teklifi ile cumhurbaşkanına tanınmak istenen yetkilerin bugün ABD’de başkanın kullandığı kararname yetkilerle bir benzerliği yoktur. Tam tersine, Güney Amerika’da uygulanan başkanlık sistemlerinde başkanları otokratik yönetimlere sürükleyen kararnamelerle benzerlik kurulabilir.
Her ne kadar Anayasa Komisyonu’nda Cumhurbaşkanına tanınmak istenen “kararname ile kamu tüzel kişiliği kurma” yetkisinden geri adım atılmışsa da, mevcut haliyle de cumhurbaşkanın kararname yetkisi başkanlık sistemi ile bağdaşmayacak kadar geniştir. Teklif bu yönü ile de demokratik başkanlık sistemi uygulamalarından uzaklaşan bir nitelik göstermektedir.
Ayrıca, teklif ile cumhurbaşkanına tanınan yasaları veto yetkisi, meclisin yasa yapma yetkisinin zorlaştırılmasının açık bir göstergesidir. Mevcut Anayasa’da cumhurbaşkanına yasaları tekrar meclise geri gönderme yetkisi verilmişse de, bu teknik anlamda bir veto değildir. Çünkü, Meclis cumhurbaşkanının gönderdiği yasaları aynı çoğunlukla tekrar kabul ettiğinde, cumhurbaşkanı onaylamak zorunda kalıyor. Oysa, yapılan değişiklikle cumhurbaşkanın tekrar görüşülmesini istediği yasalar, ancak “meclisin salt çoğunluğu ile” tekrar kabul edildiğinde cumhurbaşkanın onaylama zorunluğu var. Meclis çalışmalarına katılan milletvekillerinin azlığı, mecliste iktidar partisinin çoğunluk olmadığı gibi durumlarda cumhurbaşkanını veto ettiği bir yasanın meclisten tekrar geçmesi çok zor görünmektedir.
Milletvekili seçilme yaşının 18’e düşürülmesi, henüz askerlik çağına dahi gelmemiş gençlerin milletvekili olacak olması doğru mu?
Mevcut anayasamızda milletvekili seçilme yaşı olarak 25 belirlenmiş. Tasarı ile bu yaş kriteri 18’e düşürülüyor. Çok geniş bir çevrede, 18 yaşındaki gençlerin milletvekili olacak olmasının sakıncaları yüksek sesle konuşuluyor.
Oysa, bizim hukuk sistemimize göre, reşit olma yaşı, yani hukuken tüm işlemleri yapabilme, ceza hukuku anlamında tam cezalandırılabilme yaşı olarak 18 belirlenmiş. Seçme hakkını da 18 yaşından itibaren kullanabildiğimize göre, seçilme yaşının da 18 olarak belirlenmesinde hukuken bir sakınca bulunmamaktadır.
Henüz üniversite çağında olan, askerliğini de yapmamış bir gencin milletvekili olarak mecliste yer alacak olması, ekranlarda gördüğümüz milletvekilleri profiline çok uymasa da 18 yaşına gelmiş gençlerimizin hakkıdır.
Kaldı ki, seçilme yaşının 18’e düşürüldüğünde, meclisin 18 yaşında gençlerle dolacağı gibi bir öngörü de çok gerçekçi olmaz. Milletvekili olmanın zorlukları, siyasi partiler içindeki uzun yıllara dayanan deneyim ihtiyacı, seçim çalışmalarını yürütecek ekonomik olanaklar gibi dezavantajları gözönüne aldığınızda meclise girecek 18 yaşında milletvekili sayısı beklentiden bile az olacaktır. 2015 genel seçimleri sonucu oluşan mecliste hiç 25 yaşında milletvekili yoktu. En genç milletvekili 26 yaşındaki HDP milletvekili Tuğba Hezer’di.
18 yaşındaki gençlerin milletvekili seçilmeleri zor olsa da Anayasa’da yapılacak düzenleme ile seçilme yaşının 18’e düşürülmesinin uygun olduğunu düşünüyorum.
Anayasa değişikliği ile yargıda ne gibi düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemelerin yargı bağımsızlığı açısından anlamı nedir?
Anayasa değişiklik teklifinde, anayasada yer alan yargının bağımsız olacağı yönündeki hükmün yanına “tarafız” da olacağı ibaresi eklenerek olumlu bir adım atılsa da, yargının tarafsız olup olmayacağı, anayasaya konulacak bu hükümle sağlanmaz.
Hakimlerin, göreve atanırken ve görevlerini yaparken tarafsız olmalarını sağlayacak düzenlemeler yapılmalıdır. Hukuk fakültelerindeki eğitimin seviyesine kadar indirgenebilecek bu zor süreçte, yargının kendisi ile uyumlu çalışacak yargı dizayn etme gayretlerine de izin verilmemelidir.
Maalesef Anayasa’ya yargının tarafsız olacağı yönünde hüküm konurken, yargı organının şekillendiren en üst organ olan Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısı ile oynanmakta ve bu yapının oluşturulmasında yürütme organı olan Cumhurbaşkanına geniş yetkiler verilmektedir.
Öncelikle kurulun adı değiştirilerek “Hakimler ve Savcılar Kurulu” olmakta, isminde “yüksek” kelimesi çıkarılmaktadır.
Kurulun 22 olan üye sayısı 13’e indirilmiş ve Adalet Bakanı yine kurulun başkanı olarak kalırken, Adalet Bakanlığı Müsteşarı kurulun doğal üyesi olarak belirlenmiştir. Bunların dışındaki 11 üyenin 5’inin cumhurbaşkanınca doğrudan seçilmesi, kalan 6 üyenin de Meclis tarafından seçilmesi öngörülmüştür.
Teklif, Meclis tarafından üye seçiminde izlenecek yol ile diğer anayasalardan oldukça ayrılmaktadır. Buna göre ilk turda seçilebilmek için 2/3 yani 400 milletvekilinin, ikinci tur oylamada 3/5 üyenin yani 360 üyenin oyu aranmıştır. Hiçbir aday bu çoğunluğu sağlayamazsa, ikinci turda en fazla oy alan iki kişi arasında ad çekme yöntemi ile üyenin belirlenmesi öngörülmüştür.
Çoğunluğu aramanın tarafları uzlaşmaya zorlayacak olması bakımından önemi büyüktür. Birçok Avrupa Anayasası, yüksek yargı organlarına üye seçim yetkisi ile donatılmıştır ama bu seçimin nitelikli çoğunlukla olması yönünde hükümler getirilmiştir. Bağımsız ve tarafsız yargının oluşturulması ancak böyle, Meclis’in tek parti çoğunluğuna dayalı siyasi eğilimleri ile belirlenecek adaylar yerine geniş uzlaşma ile belirlenecek adaylar ile sağlanacağı açıktır.
Milletvekili sayısı neden 600’e çıkarılıyor?
Mevcut durumda Meclis’te genel seçimlerle belirlenen 550 milletvekili görev yapmaktadır. 1982 Anayasası’nın ilk halinde 400 olan milletvekili sayısı sonra 450’ye, daha sonra da 550’ye çıkarılmıştır. Teklif ile bu sayının 600 olması öngürülmektedir.
Bu artışa gerekçe olarak Türkiye’nin nüfus artışı gösterilmiştir. Gerçekten de, milletvekili sayısı belirlenirken ülkenin nüfusu dikkate alınır. Genel kabul görmüş teorilere göre 100 bin seçmene veya nüfusa göre bir milletvekili şeklinde vekil sayısı belirlenir. Bu anlamda Türkiye’nin 2016 yılı verilerine göre yaklaşık yurtiçi ve yurtdışı toplam 57 milyon seçmeni, yine yaklaşık 80 milyon da nüfusu olduğuna göre 600 milletvekili olması yasama faaliyetlerinin daha etkin olması açısından kabul edilebilir bir sayıdır.
Nüfusu bize yakın olan Almanya’da ulusal meclis olan Bundestag 598 milletvekilinden oluşmaktadır.
Kamuoyunda milletvekillerine yönelik etkin olmadıkları, çözüm üretmedikleri, yüksek maaş aldıkları, uzlaşma yerine kavgayı tercih etikleri gibi olumsuz bakış açısının değiştirilmesi için milletvekili sayısının artırılması değil, Meclis’in daha etkin hale getirilmesi, milletvekillerinin yürütmeyi denetlemesi ve yasa yapma süreçlerindeki dışlanmışlıklarının sona erdirilmesi gerekmektedir. Değişiklik teklifinin geneline bakıldığında yasama organının yetkileri kısıtlanırken milletvekili sayısının artırılmasının bir çelişki oluşturduğu, değişikliğin kolay geçmesine yönelik bir adım olduğu izlenimi vermektedir.
Teklifin Halkoyu ile kabul edilmesi durumunda hemen cumhurbaşkanlığı ve meclis seçimleri mi yapılacak?
Anayasa değişikliği Meclis’ten geçer ve halkoylamasında kabul edilirse, cumhurbaşkanı hemen bir partiye üye olabilecektir.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na, askeri yargıya ilişkin düzenlemeler hemen yürürlüğe girecektir.
Ama yasama yürütme ilişkilerini düzenleyen hükümler yani cumhurbaşkanı ve meclis seçimlerinin birlikte yapılması, Bakanlar kurulunun yetkilerinin cumhurbaşkanına geçmesi, cumhurbaşkanının kararname çıkarma yetkisi gibi düzenlemeler cumhurbaşkanı ve meclis seçimlerinin birlikte yapılacağı 03.11.2019 tarihinden itibaren yürürlüğe girecektir.
Burada Meclis’in erken seçim kararı alması halinde cumhurbaşkanı ve meclis seçimlerinin birlikte yapılacağı ve düzenlemenin yürürlüğe gireceği öngörülmüştür.
Kamuoyunda düzenlemenin 2019 yılında yürürlüğe gireceği yönünde bir algı varsa da Meclis’in erken seçim kararı alması halinde bu tarihin öne çekileceği ortadadır.
Avukat Dr. Tuncer ÖZYAVUZ
Anayasa Hukuku Uzmanı
6.12.2023